25 Mayıs 2010 Salı

MED'LCÔR

(22 Mart 2008 tarihli, başka bir sitede yayınladığım bir yazının hafif düzeltilmiş (genelde imlâ) ve bazı notlar eklenmiş hâlidir. Ekleme amacım burada da bulunmasını istememdir. Buyrun...)

Piyasa, gay, markete ürün, emo, yavşak... Ne derseniz artık. Amerikan gençliğinin hardcore u ve punk ı alıp İsveç melodic death metaliyle birleştirdiği; içine bazen gay düz vokal, bazen gang vokaller, bazen en öküzünden brutal vokal ve bazen de hayvani technical death metal öğeleri ekleyip en kalitelisinden, en cillöpünden, en kristalinden kayıt yapıp; en dizayn manyağı albüm kapakları ve sitelerle insanlara sunduğu son yıllarda hayli ünlenen hatta boku çıkan müzik tarzı...!? Ya da onun gibi bişey işte, sonuçta benim anladığım bu, müzik eleştirmeni değiliz herhalde...

Shadows Fall'la mı Avenged Sevenfold'la mı Hatebreed'le mi Killswitch Engage'le mi Lamb of God'la mı ya da As I Lay Dying'le mi başladı bu akım artık orasını tam bilmiyorum, belki de çok daha öncelere gidiyordur. Ama o kadar çok ünlü grup var ki... Gerçi müziğini iyi yaptıktan sonra her metalcore grubu ünlü zaten, tarzının metalcore olması yetiyor çünkü bu dönemde. Zira bu tarzda ünlü grupların hepsi eşşek gibi satmakta.

Tabi müziğin yanı sıra bu grupların daha başka belirleyici özellikleri de vardır :

1) Genelde iki ya da daha çok sözcükten oluşan -daha felsefik ya da "cool" olduğu düşünülüyo sanırım- isimleri olması (ör: For the Fallen Dreams, From Autumn to Ashes, All That Remains, Arsonists Get All The Girls, After the Burial, Bury Your Dead, I Killed the Prom Queen, Between the Buried and Me, Through the Eyes of the Dead, Fear Before the March of Flames [bu son ikisine çok gülüyorum! lan cümle olur mu grubun ismi!?], Remembering Never, A Life Once Lost .... bitmez ) ve ayrıca bu isimlerin belirli pronoun ve conjunctionlara -ya da her neyse (: - sahip olması (ör: As I Lay Dying, As Blood Runs Black, As We Fight, As Dusk Unfolds, As Legend Has It, As This Body, I Exist, As Hell Broke Loose, With Blood Comes Cleansing, With Dead Hands Rising, With Faith or Flames, With Us It Ends...)

2) Myspace sayfa dizaynlarının birbirleriyle yarışması ve bu sayfalarda muhakkak sayfa açılır açılmaz karşımıza çıkan "top image" -adı üstünde- bulunması. [Güncel ekleme: artık sadece belirli grupların yaptığı bir durum olmaktan çıkmış, bir Myspace tasarım klişesi halini almıştır bu olay, demek ki o zamanlarda bu şekilde gözlemlemişiz olayı.]

3) İsimlerin uzunluğuna bağlı olarak konser afişlerinde & flyerlarda hapı yutmamak için iki adet logo tiplerinin bulunması ve bunlardan birinin kendine has logoları olurken diğerinin genelde biraz üstünde oynanmış olarak black metalde de sık sık kullanılan (eski İngiliz tipi mi denir artık ne denir) tipte olması...

4) Grup fotolarının genelde bir stüdyoda profesyonel çekim olması, bunun yanısıra bazen ciddi olmaması (mümkünse içki masasında, taş gibi hatunlarla ya da pahalı arabaların veya mekanların vs önünde)...

..... şimdilik aklıma gelenler bunlar, bu liste uzar da gider...

Şimdi kafalarda "tamam herşey iyi hoş da ne alaka şimdi..." gibisinden düşünceler oluşmaya başlamışken benim bunla ilgili niye yazı yazdığıma gelince... Olayın özeti şu ki -en başta da söylediğim gibi- bu tarzın direkt olarak markete akması ve bu kadar ünlü olması beni bir ikilem içinde bırakmakta. Bir yanda bir death metal fanı olarak bu müziğin içinde sevdiğim teknik death metalin yanısıra metalciliğimizin ilk yıllarından gelen bir sevgi pıtırcığıyla bağlı olduğumuz melodik death metali de barındırması; diğer yanda da insanın dinledikçe dinleyesini getiren inanılmaz derecede "cillöp" prodiksüyonlar beni bu müziğin içine çekmekte. Bu anti-underground yapının yanında death metalin kendine has ekstremliğini ve gücünü çoğunlukla kaybettiğinin farkındayım ve bu da beni rahatsız etmekte. Öyleyse ne yapmalı? "Başlarım ulan" diyip elinin tersiyle bir kenara mı itmeli yoksa "niye dinlemiyorum abicim hoşuma gidiyosa, zaten döşerim (indiririm) bi yerden, para mara vermiyorum nasılsa, yaşasın kolpa türkiş mp3 metal force" diyip bağrına mı basmalı... Paramı gözümü kırpmadan vereceğim o kadar çok underground, tam manasıyla underground olmasa da kaliteli müzik yapan o kadar çok grup var ki; "Amerika'da top listlere bile girecek kadar çok satan bu grupların albümlerine bir de ben mi para vercem!?" diye bir bakış açısı da gelmiyor değil insanın aklına; bir üçüncü dünya ülkesinde yaşadığını hatırlayınca.

Yanlış anlaşılmamasını istediğim husus şudur ki, bu tarzda benim zevkime uyan gruplar Lamb of God, Chimaira, Caliban, Bullet for My Valentine, Atreyu, Trivium... gibi lise rocker tayfanın gözbebeği olan kolpaları değil daha çok death metali alıp bi şekilde kendi çeşnisiyle yoğurup ustaca metalcore icra eden ve gay clean vokalleri abartmayarak o güzelim melodik tınılarıyla insanın içinde iyilik, güzellik, cicilik, hoşluk ve tatlı duygular uyandıranlar gruplardır. Hele ki teknik death metal etkileşimi daha fazla olanları "off abiii" diye tabir ettiğimiz tepkileri ortaya çıkarmaktadır. Bunları örnekleyecek olursak ilk kısımdakilerin önde gelenleri Job for a Cowboy (evet bence de salakça bi isim) ve Despised Icon olabilir ki deathcore da denmekte bu gibi gruplara. İkinci kısımda ise en sakız olanlardan başlayacak olursam As I Lay Dying, All Shall Perish, Darkest Hour gibisinden grupları beğenmediğimi söylersem yalan olur (çok dinlediğimi değil, beğenmediğimi söylersem yalan olur; yani başka bir deyişle çok dinlemediğimi söylersem yalan olmaz). Bildiğimiz metalcore kurallarını death metal yerine black metal kullanarak uygulayan gruplar da var ki bunlardan The Breathing Process'i bayağı tuttum. Bunlara da blackcore mu diyeceğiz ilerde onu da zaman gösterecek [Güncel ekleme: Yazının üzerinden 2 yıl gibi bir süre geçmiş -ki günümüz teknolojisinde artık hiç de öyle kısa bir zaman sayılmaz- ama hiç böyle bir şey duymadım da rastgelmedim de. Kısacası kabul ediyorum, saçma bir varsayım olmuş.]. At the Throne of Judgment adlı grubu ise bayağı dinledim ama nedenini ben de bilmiyorum açıkcası. Melodik yapılarını beğendiğim gruplar ise The Black Dahlia Murder ve As Blood Runs Black. ABRB'in 2006 tarihli "Allegiance" albümünü tBDM'ın da son (2007) albümü "Nocturnal"ı para verilmeye değer albümler olarak görüyorum [Güncel ekleme: O zamanlar "Nocturnal" son albümmüş tabi, sonra "Deflorate" çıktı ve grupla ilgili bir hayal kırıklığı yaşamama sebep olmadı...]. Heleki Allegiance'daki "Legends Never Die" ve Nocturnal'daki "Everything Went Black" adlı şarkılar tam olarak bir metalcore grubundan ne beklediğimin stüdyoda kaydedilmiş beyanatı gibiler.

Ama tüm bu değindiğim şeylerden sonra asıl ve asıl para verilmeye değecek gruplar bana göre -daha önce de söylediğim gibi- death metali teknik öğelerle müziğinde barındıran gruplar... Sabahtan beri ismini anmak istediğim bu gruplar tabiki The Faceless ve Beneath the Massacre'dan başkası değil. "Evidence of Inequity" 2005 tarihli sanırım, BtM ı tanımamı sağlayan ilk çalışmaları, ilk dinlediğimde "ohannes burger" tepkisini vermeme neden olmuştu. Aynı şekilde "Akeldama" da The Faceless'ın bombası. Promosyon şarkılarıyla insanları bir süre avutabilen The Faceless bu albümü sağlam patlattı ve şu an zaten turlar murlar gayet hakettiği yerde [Güncel ekleme: The Faceless bu albümden sonra mayayı tutturamadı tabi. "Planetary Duality" öyle bomba bir albümden sonra bir kaç şarkı dışında vasatı aşamadı. Tabi bunun benim düşüncem olduğunu tekrar belirtmeme ne kadar gerek var bilmiyorum. Gerçi bunu yazarak belirmiş oldum bile çoktan orası da ayrı mesele. Neyse.]... Ayrıca hayran olduğum iki tane hayvan grup aynı şirketten çıkma Born of Osiris ve Veil of Maya. "The New Reign" 10 numara bi albüm... [Güncel ekleme: "The New Reign" bir Born of Osiris albümü, yazıyı yazarken belirtmeyi unutmuşum. Ayrıca unuttuğum diğer bir nokta da Veil of Maya'nın albümü "The Common Man's Collapse" olmuş. Eşşek gibi bir albümdür. Sonradan Born of Osiris "A Higher Place" ile istediğimi bana veremedi -öyle bir albümün ardından zordu zaten be abicim, kabul ediyorum- ama Veil of Maya'nın dört ayrı renkte kapakla -aynı kapak, dört farklı renk: kırmızı, gri, sarı ve yeşil- çıkan [id] adlı albümü şu ana kadar verdi, veriyor. Albüm çok yeni olduğu için hala alışma aşamasındayım ama zaman geçtikçe soğumaktan ziyade ısınacağımı düşünüyorum bu albüme de.]

Neyse böyleyken böyle işte. Yazımın bi amacı yoktu; buraya kadar okuyan varsa umarım neler hissettiğimi anlatabilmişimdir ona...

|m|,

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Sidik yarışı

Umursamazlık üzerine bir hayal kırıklığı var.

Hani bazı şeyleri hiç umursamadığın hissiyatına kapılırsın, bu da sana manevî bir güç verir ya; o an için çok tatlı gelir...

Ama bazen bu halet-i ruhiye içindeyken etraflıca düşününce aslında durumunun gerçekten öyle olup olmadığını sorguluyorsun. Kendine acaba umursamadığını düşündüğün şey ya da insan tarafından umursanmıyor musun, bunu soruyorsun. Ya da en azından öyle olabilir mi diye soruyorsun. Bir nevî karşındaki her neyse onunla umursamazlık üzerine aslında çok gereksiz olan bir sidik yarışına giriyorsun...

Neyse; o sorunun cevabının "evet" yahut "olabilir" olduğunu farz edin şimdi...

İşte o çok kötü bir his!

14 Mayıs 2010 Cuma

İtici gelmek

Bayanlar, sizlere naçizâne tavsiyem şudur ki lütfen erkek arkadaşınızın, kocanızın, babanızın, dayınızın... gazıyla futbol aşığı olup çıkmayınız. Çünkü nasıl fazla duygusal ve içli erkekler bayanlara itici geliyorsa, futbolla fazla içli dışlı bayanlar da erkeklere o kadar itici geliyor... En azından benim için bu böyle.

Bayan dediğin ofsaytın ne demek olduğunu bilmeyecek arkadaş! Hatta "ya herşeyi anlıyorum da şu ofsayta aklım ermiyor bir türlü" diyecek böyle en klişesinden...